1. Çocuk yaşıtlarına göre biraz daha geç ve güç öğreneceğinden çocuktan zeka düzeyinin üzerinde başarı beklenmemeli, normal başarı göstermesi için zorlanmamalıdır.
2. Sınıfına uyum sağlayabilmesi için öğretmenlerle işbirliği yaparak evde derslerini kavramasına yardımcı olunmalıdır.
3. Küçük başarıları bile desteklenerek daha başarılı olma isteği için ortam sağlanmalı, böylece kendine güven duygusu geliştirilmelidir.
4. Evde yapabileceği işler verilerek sorumluluk duygusu geliştirilmeli, etkin olduğu konulara yöneltilmelidir.
5. Çocuğun zayıf yönleri eleştirilmemeli, kuvvetli yönleri bulunup geliştirilmeye çalışılmalı, olumlu davranışları her fırsatta değerlendirilmeli ve desteklenmelidir.
6. İyi arkadaş ve çevre ilişkileri kurmasına olanak sağlanmalı, yardımcı olunmalıdır.
7. Kardeşleri ve arkadaşları ile kıyaslanmamalıdır.
8. Çocuktaki davranış bozukluğunun bir çoğunun, doğrusunu bilmediğinden ya da beceremediğinden kaynaklanacağını düşünerek, bu bozukluğun ve hataların neler olduğunu ve doğrunun nasıl olacağını SEVGİ ve ANLAYIŞ la anlatmalı, çocuk ikna edilmelidir.(Hatalarından dolayı hırpalanan bu çocuklarda kişilik bozuklukları artar. )
9. Çocukta görülen davranış bozukluklarının nedenleri incelenmeli, problemlerini çözmede yardımcı olunmalıdır.
10. Olumsuz davranışları bazı hallerde görmezlikten gelinmeli, hataları büyütülmemelidir.
11. Aşırı sevgi ve aşırı baskı kaldırılmalı, sınıflandırma zamanında ve yerinde yapılmalıdır.
12. Anne ve babanın “EĞİTİM GÖRÜŞLERİ” tutarlı olmalı, alacakları eğitim önlemleri birbirini desteklemelidir.
13. Anne ve baba aile sorunlarını çocuğun yanında tartışmamalıdır. Ailedeki huzursuzluklar çocuğun başarısında ve davranış bozuklukları göstermesinde en büyük etkendir.
14. Çocukta, akademik başarıdan çok sanata yönelik becerilerin gelişmesini sağlayıcı etkinlikler yapılmalıdır. Çocuk ileri öğrenim kademelerine değil, iş hayatına hazırlanmalıdır.
Son yıllarda evlilik terapisine başvuran çiftlerin sayısı sürekli artmaktadır. Terapiye başvurular; ilişkinin kopma noktasına geldiği çiftler veya ilişkinin artık anlam ifade etmediği hatta zorladığı kadınlar tarafından yapılmaktadır. ''Evliliğimizde sorun var'', ''İlişkimizde problem var''diye başvuranların yanında, asıl sorunu örterek; depresyon, psikosomatik şikayetler, ve fobik reaksiyonlarla terapiste başvuranlarada sıklıkla rastlanmaktadır. Bazı çiftlerin terapiste başvurma amaçları;ilişkilerini, evliliklerini kurtarmaktır. Hem terapi ortamı, hem de terapist evliliğin bitmesine ya da devam etmesine karar veremez.
Terapi ortamı; İletişimi açık ve net hale sokan, üçüncü bir kişinin (terapist) yardımıyla karşılıklı anlaşılabilir konuşmayı öğreten, kişinin olaylara tek yön olan bakış açısını zenginleştiren, kendinin farkındalığını sağlayan bir ortamdır. Bu ortamdan yeteri derecede faydalanabilmek yinede çiftlerin kendilerine bağlıdır.
Terapinin amacı iletişimi sağlıklı hale getirmektir. Bir ilişkinin sağlıklı şekilde devam etmesi, çiftlerin uzlaşmazlıklarını çözebilme yeteneğine ve isteğine bağlıdır. Çiftler arasında ilişkinin sorun haline geldiği durumlarda şu cümleler sıklıkla kullanılmaya başlamıştır artık.
"Beni sen hiç anlamıyorsun. "
"Ben kendimi sana anlatamıyorum. "
"Sen önceden böyle değildin, çok değiştin. "
"Sen hep böylesin. "
"Hiç değişmeyeceksin"
"Artık senin bu kadar duyarsız olmana dayanamıyorum"
Çiftlerde ortaya çıkan sorunlar, aslında problem diye görülmeye başladığı zamandan daha önce den de vardır. Fakat yaşam döngüsünün çeşitli devrelerinde(evlilik, çocukların doğumu, çocukların okulu, eşlerin iş-meslek rolleri, geleceği yapılandırma)çiftler belirli amaçlar üzerine odaklaşırlar.
Böylece ilişkinin yürümesini engelleyen "şeyleri" göremez ya da görsede farketmemeye, farketsede bir süre sonra bunun değişeceğine kendini inandurmaya çalışır. Fakat bu yaşam döngüsü içinde ani ve büyük değişimler, zorlanmalar, kayıplar ve bu döngünün oturtulmasıyla, kişiler o ana kadar belkide hiç yapmadıkları, yada bazen düşündüğü hatta bazen deneyime geçirdiği "kendinin farkındalığı" üzerine yoğunlaşmaya başlar. Ben neyim? ne oluyor? ne istiyorum gibi kendine yönelik sorular sormaya başlar. Farkına varmaktan kaçındığı "şeyler" üzerine gidip onları araştırmaya, çözümlemeye çalışır. İlişkinin bileşenleri olan üçlü; kominikasyon-güç-duygu o anda gerçek sorunlar olarak görülmeye başlanır. İlişkide o ana kadar çıkıpta başedilen sorunlar bir anda üstesinden gelinemez bir hal almaya başlar.
Çatışmalar, aşağılamalar, tehditler. ve "sen" çatışması ortaya çıkar.
İlişkinin tanımını yapacak olursak;özel belirli bir bağlamda kişiler arasında oluşan duygu ve düşünce, davranışlarda şekillenen bir mesaj iletimi, daha da ötesi arzu, istek ve ihtiyaçların cevap bulmasına yönelik bir alış-veriştir. İlişkinin olması için iki kişinin olması ne kadar olmazsa olmaz bir kuralsa, ilişkide hangi kontekstin geçerli olduğı konusuda o kadar önemlidir. İlişkinin şekillendirilmesi; belirli bir durum, ortam dahilinde olmalıdır. Eşlerden birinin sevgisini ifade etme şekli diğerinde sevgi değilde öfke, kızgınlık şeklinde algılanabilir. İlişkide önemli olan bir noktada "burada ve şimdi" dir.
Kişiler arası ilişkilerde, kişilerin çevrelerindeki üçüncü ve dördüncü kişiler (anne, kayınvalide, baba, arkadaş) tarafından ilişkiye yandan müdahale yapılacağı gibi, bir profesyonel (terapist) tarafından da terapötik müdahaleler yapılabilir. Gerçek yaşamda ilişkilerde belirlemeler, tanımlamalar ve yorumlar olduğu müddetçe, müdahaleler her zaman bir şekilde vardır. Fakat bir problem yaşandığında:kişilerin "eylem kapıları yapılanmış" olması veya "sonu gelmeyen oyunlar"söz konusu olduğunda, sistemin dışından bir kişinin müdahalesine gereksinim vardır. Çünkü sistemin devam etmesi için, sistemin kurallarının değişmesi gerekmektedir. Sistemi değiştirmek, o sistem içindeyken olası değildir. Ancak dışardan birisi(terapist)sisteme ihtiyacı olanı verebilir "Kuralların değişmesi"
"Yeniden çerçeveleme" çift-aile terapisinde en temel müdahale tekniklerinden biridir.
Böylece danışanın olaylara ait olan şemasını değiştirerek(farklı bakış açısı sunarak)daha fazla seçenek sahibi olmasını ve duygularının daha az ayağına dolaşmasını sağlamaktır.
Örnek1:
Kadın"Eşim benim bu durumuma karşı o kadar duyarsız ki"
Terapist "Belkide eşiniz bu şekilde kendini acıdan koruyor
olabilir. "
Erkek "Aslında eşimin bu sorunu karşısında kendimi çaresiz hissediyorum, çok üzülüyorum, ne yapacağımı bilemiyorum.
Örnek2:
Erkek:"Eşim sürekli zırzır ağlar, onun tartışma anında ağlaması beni daha da kırıyor, bağırıp, çağırıp kapıyı vurup
gidiyorum.
Terapist:"Eşiniz dile getiremediği duygularını, acısını ancak ağlayarak ifade etmeye çalışıyor.
İlişkinin iyisi-kötüsü yoktur, gerçeği vardır. İlişkide rahatsızlığın olması, rahatsızlık veren olgunun ortadan kalkmasıyla düzelmiyor. Çünkü asıl olan ilişkidir.
Yardım isteği ile başvuran çiftlerden biri "ben boşanmak istemiyorum veya ben boşanmak istiyorum" isteğiyle geldiğinde, ilk müdahalemiz ;boşanmak için ilişkinin düzelmesinin gerektiği çünkü burada sorunun, ilişkinin aslı olduğunu söylemektir. Sorunlu ilişkilerde boşanmak;ağızdan kolayca çıkan basit bir çözüm olarak gelsede gerçeğe yakınlaştıkça, uzaklaşılan ve alınması zor bir karar haline gelmektedir. Çiftlerde, terapide kullanılan ilk önerilerden biri;ilişkinin bir süre askıya alınmasıdır(askı modeli). 15 gün süre ile asla yüz yüze görüşme yapılmaması, telefonla konuşulmaması, ayrı yerlerde yaşama ve bu sürede varlıklarından bile haberdar olunmaması önerildiğinde, buna "boşanmak en iyi çözüm "diye yaklaşan çiftlerde dahi ilk tepki red etme olabilmektedir.
Çift terapisine başvuranların çoğunluğunu kadınların oluşturduğu ve bir kısım eşlerin terapiye sıcak bakmadıkları göz ardı edilmeyecek bir gerçektir. Terapiye her iki tarafında katılması sonuç almayı kolaylaştırdığı gibi terapi süresinide kısaltır. Fakat çok önemli olan bir gerçekte, ilişkide magdur olan bireyin; (çoğunluğu kadın) tek başına yapacağı terapi yolculuğunda hem ilişki adına hem de kendi adına çok yol katedebileceğidir.
İLİŞKİ BİR ALIŞVERİŞTİR VE BUNDA ŞİMDİ ÖNEMLİDİR.
Etkili iletişimin temelinde bireyin kendisini tanıması, kendi değerlerinin ve tutumlarının farkında olması ve kendine güven yatar. İyi bir iletişimci ipuçlarını anında görür (jestler, mimikler, beden duruşu) ve onları gerçekçi olarak değerlendirir.
1. Emir vermek, Yönlendirmek: Bu iletiler kişinin duygularının önemsiz olduğu mesajını verir. Kişi diğer kişinin istediğini yapma zorunluluğunu hisseder.
2. Uyarmak, Gözdağı vermek: Bu iletiler de emir verme ve yönlendirmeye benzer; ancak kişinin vereceği yanıtın karşılığı olacak tümceleri de içerir. Kişinin isteklerine saygı duyulmadığı mesajını verir. Bu durum kişide öfke ve düşmanlık yaratır.
3. Ahlak dersi vermek: Bu tür ilişkilerde otoritenin ve zorunlulukların gücü kişiye karşı kullanılır. “yapmalısın, etmelisin” mesajlarını iletir ve bireyi karşı koymaya zorlar.
4. Öğüt vermek ve çözüm önerileri getirmek: Kişinin sorunlarını kendi kendisine çözeceği yeteneğinin olmadığına inanıldığını gösterir.
5. Öğretme, nutuk çekme, mantıklı düşünceler önerme: Bu durum aile içinde o anda herhangi bir sorun yokken çocuklar tarafından kabul edilebiliyor; ancak, sorun anında bu durum kabul edilmiyor ve daha fazla çatışmalara neden oluyor. Mantıklı düşünceler önerme çocuğun mantıksız ve bilgisiz olduğuna dair mesaj iletir.
6. Yargılamak, eleştirmek, suçlamak,aynı düşüncede olmamak: Bu iletiler çocuk üzerinde diğerlerinden daha fazla olumsuz etki yapar. Bu değerlendirmeler çocuğun benlik saygısını düşürür. Çocuklar hakkında yapılan olumsuz değerlendirmeler çocuğun kendisini değersiz, yetersiz görmesine neden olur.
7. Övmek, aynı düşüncede olmak, olumlu değerlendirmeler yapmak: Genel inanç olarak bu durumun çocuğa zarar vereceği hiç düşünülmez. Çocuğun öz imgesine uymayan değerlendirmelerin yapılması çocukta kızgınlık yaratır. Çocuklar bu iletileri anne babanın kendilerini yönlendirme ve isteğini yaptırma girişimi için kurnazlık olarak yorumlarlar. “Siz böyle söyleyince sanki ben daha çok mu çalışacağım?” gibi düşünürler. Övgü ise başkalarının yanında yapılıyorsa çocuğu utandırır. Aşırı övgü sonucunda çocuk buna alışır ve övülmeye gereksinim duymaya başlar.
8. Ad takmak, alay etmek: Çocuğun benlik saygısı üzerinde olumsuz etki yapar.
9. Yorumlamak, analiz etmek, tanı koymak: Bu durum çocuğun konuşmasını, kendi duygularını ifade etmesini engeller.
10. Güven vermek, desteklemek, avutmak, duygularını paylaşmak: Anne babalar çocuklarının duygularını tam olarak anlamadıklarında ortaya çıkar. Böyle bir durumda sorun hiç yokmuş gibi algılanıp avutma eğilimine gidilir.” Üzülme yarın her şey düzelecek, kendini daha iyi hissedeceksin” gibi mesajların verilmesi çocuğun önemsenmediği hissini verir.
11. Soru sormak, sınamak, sorgulamak: Çocuk sorgulanıyor hissine kapıldığında bu durum onda güvensizlik, kuşku oluşturur.
12. Sözünden dönmek, oyalamak, alay etmek, şakacı davranmak, konuyu saptırmak: Böyle iletiler yüzünden çocuk anne babasının onunla ilgilenmediğini, duygularına saygı göstermediğini belki de onu dışladığını, dikkâte almadığını düşünür. Çocuklar sorunlarını dile getirdiklerinde çok ciddidir. Şaka ve espriyle karşılık vermek onları incitebilir ve itilmişlik kenara atılmışlık duygusunu verir.
1. Değerli olma duygusu: Aile içindeki etkileşim çocukları ya “ben değerliyim” ya da “değersizim” duygusuna götürür. Bu gereksinim aile içinde yerine getirilmezse çocuk her türlü davranışla bu duyguyu elde etmeye çalışır. Ergenlik çağındaki erkek çocukların çete(gang) kurarak çoğu kez ölümle sonuçlanan çatışmaları da, kendilerini önemli görmeyen aile ortamlarına bir tepki olarak yorumlanır.”Ben değerliyim” duygusunu aile içinde elde eden birey kendisini kanıtlamak için aşırı davranışlarda bulunmaya gerek duymaz.
2. Güven ortamı: Aile içindeki bireylerin emniyette olduğu, dışarıdaki tehlikeli olayların aile içine girmeyeceği duygusu, bu gereksinmenin temel nedenidir. Eğer çocuk ev içinde kendisini güven içinde bulmuyorsa çocuk ailenin dışında bir yere yönelir. Aile ile olan bağlarını koparır.
3. Yakınlık ve dayanışma duygusu: Aile içinde temel güven ve dayanışma varsa aile dışında bireyin karşılaştığı stres getirici olumsuz olaylar yıkıcı etkisini pek göstermez. Güven duygusunun baskın olduğu aile dış dünyanın yaratmış olduğu sıkıntı ve kaygılarından kendisini kurtarır. Bu tür aile içinde olan kimseler kendilerine olduğu gibi çevresine de güvenirler. Eğer aile içinde güven ve dayanışma sağlanmamışsa bu insanlar yoğun stres ve gerginlik yaşarlar. Bu kişiler kendilerine dahi güvenemezler. Dolayısıyla çevresinde yakın ilişkiler kuramazlar.
4. Sorumluluk duygusu: Aile sistemi içindeki anne ve babalar davranış ve sözleri ile sorumluluk duygusunu ifade ederler. Aile içinde sadece anne baba değil herkes sorumluluk duygusunu paylaşır. Elbette ki çocuklara yaşları oranında sorumluluk yüklenmelidir. Tüm sorumluluğu kendi üzerine alan, çocuğunu sorumluluktan kurtaran anne ve babalar kendi yaşamını biçimlendirmekten aciz sürekli başkalarının yönetiminde olmaya yönelik bireyler yetiştirirler Bu tür tutumlar sonucunda yetişmiş bireyler yaşamlarında yer alan olaylardan sürekli başkalarını sorumlu tutarlar. Gelişimsel dönemi göz önüne alınarak çocuğun odasını toparlaması, ev işlerine yardım etmesi gibi konularda sorumluluğu sağlanabilir. Bunu yaparken kız ve erkek işleri kesin çizgilerle ayrılmamalıdır.
5. Zorluklarla mücadele ederek onların üstesinden gelmeyi öğrenme: Çocuğa her şey hazır verilmemelidir. Sorumluluk duygusunun gelişimi ile ilgili anlatılanlar zorluklarla mücadele etme ile ilgilidir. Çocuğun içinde bulunduğu gelişimsel dönem göz önünde bulundurularak çocuk kendi sorunları ile başbaşa bırakılmalıdır. Bu durum onların zor sorunları ile mücadele ederek, uğraşmasına olanak vermek, kendisine güvenli sorun çözme becerileri gelişmiş bireyler olarak yetişmeleri için gereklidir. Karşılaştığı her zorluğa aşırı yardım eden ana babaların çocukları sürekli başkalarına muhtaç, kendilerine güvensiz olur. Böyle kişiler yetenek becerilerini keşfedemezler.
6. Mutluluk ve kendisini gerçekleştirme ortamı: Aile ortamı bir mutluluk ortamıdır. Şimdiye kadar anlatılan gereksinimlerin karşılanması mutlu olmayı getirir. Evde değerli olduğu duygusunu tadan birey mutlu olur ve yaptığı şeylerden doyum alır, kendini gerçekleştirme olanağı bulur.
7. Sağlıklı manevi yaşamın temellerini oluşturma ortamı: Katı din kuralları altında yetiştirilmiş çocuk sürekli yargılanacağı, cezalandırılacağı korkusunu yaşar. Kendi yaşantı ve deneyimlerini zenginleştirecek iç ve dış dünyasını araştırıp keşfedeceği yerine körü körüne itaati, kendi düşünce ve duygularından utanmayı öğrenir. Sağlıklı manevi yaşam ailenin çocuğuna verebileceği en önemli süreçtir. Sağlıklı bir manevi temeli olan insanlar kendisi ile barışık, insan ilişkileri olumlu ve kuvvetli saygılı bireyler olarak yetişirler.
1- Ona sık- sık söz hakkı verin
2- Kendini ve duygularını ''ne düşünüyorsun , nasıl hissediyorsun'' gibi sözlerle anlamaya çalışın
3- O konuşurken onun yüzüne bakın ve ciddiye alındığını hissettirin
4- Onun fikirlerine değer verdiğinizi hissettirin
5- Onun olumlu davranışlarını kesinlikle takdir edin
6- Yaşına uygun görevler verin
7- Verilen görevlerden sonra başarısını takdir edin
8- Onun için zaman ayırın
9- Onun ile değişik konularda sohbet etme ortamı oluşturun
10-Onun korku ve endişelerine saygı duyun
11- Aşırı eleştirici olmaktan ve yargılayıcı davranmaktan kaçının
12- Hatalı davranışlarını konuşarak uyarın ve ona doğru olanı anlatın
13- Başkaları yanında onu küçük düşürmeyin
14- Onun başarısızlıklarını büyütmeyin
15- Başkaları ile onu kıyaslamayın
16- Kabiliyetlerini fark edin ve teşvik edin
17- Onu sosyal ortamlarda bulunmaya cesaretlendirin
18- Topluluk içerisinde söz almasını teşvik edin
19- Onu çocuk olarak görmeyip , varlığını önemseyin
20- Yaşına uygun oyun faaliyetlerini destekleyin
21- Onu sık-sık sevdiğinizi söyleyin.
22- Onun için önemli olan şeylere sizde önem verin
23- Onun önemli günlerini unutmayın
24- Aile için vazgeçilmez bir kişi olduğunun altını çizin
25- Onun yerine yapması gereken şeyleri siz yapmayın
26- Onun aile içi bağlarının kuvvetlenmesini sağlayın
27- Olayları hep olumsuz değerlendirmeyin
28- Onun okul hayatına ve eğitimine önem verin
29- Sadece onun için ayırdığınız zamanlar olsun
30- Onunla beraber sosyal aktivitelerde bulunun
31- Yanlış ve uygunsuz cezalandırmadan kaçının
32- Ondan beklentileriniz çok aşırı olmasın
33- Onun farklı ve gelişmekte olan kişilik yapısı olduğunu unutmayın
34- Onun için mutlu ve huzurlu bir aile ortamı sağlayın
Onun aile içi herkesle olan bağlarının kuvvetlenmesini sağlayın Unutmayınız ki bu günün çocukları ,yarınların büyükleri olacak, çocuğunuzun bu günden davranış ve kişilik gelişimi iyi yönlendirilirse , gelecekte hem onun hem sizin açınızdan ideal olan gerçekleşmiş olacaktır.Genellikle doğuştan var olduğu kabul edilen bir dürtüdür. Bunun dışında çevrenin olumsuz tutum veya gereksiz engellenmeler, çocuğa yöneltilen saldırganlıkları, çocukta saldırganlığın oluşmasına veya saldırganlık dürtüsünün beslenerek güçlenmesine neden olabilir. Bazen de bu dürtü çocuğun kendi kendine yönelir. O zamanda çocuğun kendi kendini yaralaması, öfke nöbetleri, saç koparma gibi uyum bozuklukları ortaya çıkar, başını duvarlara vurma, başını yerlere vurma gibi eylemler de bu nedenle ortaya çıka. Dışa dönük saldırganlıkta yemekleri dökme, bebekleri dövme, oyuncakları kırma, kağıtları yırtma, küfür etme, tepinme, ısırma gibi belirtiler sık görülür
Saldırgan çocuk, ruhsal sorunları nedeniyle, yaşıtları ve genel olarak çevresiyle uyumlu ilişkiler kuramayan çocuktur. Aşırı geçimsizlik, ilişkileri gergin ve sürtüşmelidir. Olağana anlaşmazlıkları bile gücüyle çözmeye çalışır. Öfkesini yenemez, hep kendini haklı çıkarmak eğilimindedir. Cezalardan etkilenmez veya bir süre etkilenmiş olur. Bu tanıma göre, çocuklar ruhsal sorunlarını davranışlarına aktarırlar. Saldırganlık cinsel dürtü gibi insanda varolan bir dürtüdür. İnsanın yaşaması için gereklidir.
Saldırganlık genellikle toplumsallaşma evrelerinin bozuk geçtiği ve yeterince sindirilemediği çocuklarda zorlandığı, sert yöntemin hakim olduğu ebeveyn tutumuna bağlı olarak veya güvensizliğin kompozisyonu için ortaya çıkması mümkündür. Bunun devamlı kullanılması bir karakter özelliği kazanmasına neden olur. Ciddi uyum ve davranış bozukluklarında görülen saldırganlık sıklıkla, zeka geriliğinin veya psikolojik bi reaksiyonun bir semptomu olabilir.
Esas olan çocuk büyüdükçe ve geliştikçe saldırganlığı oluşturan gücü, toplumsallaşmasının kurallarıyla bağdaşır şekilde yararlı uğraş alanlarına dönüştürülmesi ve çocuğun uyumlu davranışlara yönelmesini sağlamaktır
Spora ve yarışmalara yönelen çocuk ve gençlerde saldırganlık dürtülerinin büyük ölçüde deşarj olduğunu kabul etmek gerekir.
Doğduğu günden itibaren çocuk, yaşayabilmek için anne-babasının desteğine muhtaçtır. Çocuğun kendi ayakları üzerinde durabilmesi, özgüvenini geliştirmesi, kendisi ve çevresiyle barışık olabilmesi, kendisini düzgün ve doğru ifade edebilmesi, ailesinin vereceği eğitime ve ailesiyle olan iletişime bağlıdır.
Çocuğun kişiliğinin oluşmasında, anne-baba modelleri çok önemlidir. Çocuk anne-babasıyla özdeşim kurar. Anne-babasını kendisine örnek alır ve taklit eder.
Yani, siz nasılsanız, çocuğunuz sizi örnek alacak, taklit edecek ve sizinle özdeş olacaktır. Bu yoğun süreçte çocuğun gereksinim duyacağı önemli şeyler olacaktır. Bunlardan biri “sevgi”dir. Bir diğeri ise “güven”. Bu iki temel duygu, çocuğunuzun ömür boyu sürecek yaşamsal değerlerini ve kişilik özelliklerini belirleyecektir.
Doğaldır ki, iki insan arasında varolan “güven” ve “sevgi” yoğunluğu, aralarındaki iletişim gücüyle doğru orantılı olacaktır. İletişim yoksunu ilişkilerde “sevgi” ve “güven”den eser yoktur.
Çocuğun yaşamda ilk iletişime girdiği kişiler kendi anne-babasıdır. Anne-baba-çocuk üçgenindeki iletişim, yani çocuğun ailesiyle olan iletişimi, çocuğun yaşamında ve onun küçücük dünyasında çok büyük önem taşır.
Şimdi, şöyle bir düşünmenizi istiyorum. Çocuğunuzla ilgili herhangi bir diyalog-konuşma anında sizin genellikle yaptığınız nedir? Yani çocuğunuz size, bir olayla ilgili kendi duygu veya düşüncelerini aktarırken siz ne yapıyorsunuz?
PEKİ …
Çocuklarımızla iletişimi engelleyici etmenler nelerdir?
Öğüt vermek, çözüm getirmek, kendi düşüncelerimizle yönlendirmek.
Yargılamak, eleştirmek, kıyaslamak.
Sürekli sorular sormak, incelemek.
Teselli vermek veya çocuğunuzun anlatmaya çalıştığı konuyu değiştirmek.
Etiketlemek, tahlil etmek.
Çocuğunuzla başarılı iletişim kurmak için neler yapmalısın?
Çocuğunuzun duygu ve düşüncelerini anlayın (empati)
Çocuğunuza saygı duyun.
Gerçekçi ve doğal davranın.
Onu dinleyin.
Onunla göz teması kurun.
Dokunsal teması artırın.
Nerede, ne zaman, nasıl, ne söyleyeceğinizi iyi belirleyin.
Akıcı, sade bir dil kullanmaya çalışın.
Size güvenebileceğini hissettirin.
Bir hatayı gizlemek amacıyla gerçeğe uygun bir girişimde bulunmaktır. Bu girişim, sözle olabildiği gibi jest, yazı ve susmayla da olabilir. Sosyal bir davranış olan yalanın amacı başkalarını yanıltmaktır. Ana-babaların birçoğu, çocuğun gerçeğe sadık kalmasını çok erken bir dönemde isterler. Oysa 3 yaşı çocuğunu "inanılmayacak öyküler" uydurması ve taklit oyunlarından hoşlanması doğaldır. Çocuk, zeki ve hayal gücü geniş olduğu ölçüde bunda başarılı olur. Öykü uydurmak ve taklit oyunu yalan söylemek değildir ve bunu engelleyici h,iç bir değişimde bulunulmamalıdır.
Yaşamın ilk 5yılında çocuğun yalan söylemesi konusunda endişe etmeye gerek yoktur. Gerçeğe sadık kalma çocukta giderek gelişen bir durumdur. Çocuğun gerçeğe sadık kalması konusunda ısrar etmek ve çocuğa yalan söylediğini kanıtlama girişiminde bulunmak yanlıştır. Çocukça açıkça anlaşılan bir yalan söylediği zaman, endişeyle karşılanmamalıdır. Ancak, çocuk 4 yaşına geldiği zaman, yalan salt övünmekten öte bir amaçla söylenmişse, düş gücü ürünü ya fa bir şaka değilse, o zaman annenin çocuğa, eğer doğruyu söylemezse, ona ne zaman inanabileceğini söylemesi yeterlidir. Sert cezalar suçlanmadan kaçmak için çocuğun yalan söylemesine yol açar
Çocukların gerçek dış konuşmaları çok sık görülür. Burada hemen "yalan" damgasını vurmak doğru değildir. Çocukta gerçeklik duygusunun zamana içinde kazanıldığını unutmamak gerekir.
Yaşamın ilk 5 yılından sonra alışkanlık haline gelen ve rahatlıkla söylenen yalanlar dikkate alınmalıdır.
Bu alışkanlığın her şeyden önce, çocuğun aile çevresinde ve ailede aldığı eğitimle bir münasebeti vardır. Bilhassa aile çevresinde çocuğun aşırı bir baskı altında tutulması isteklerinin gizli kapalı yollardan ve büyüklere sezdirmeden doyurmak zorunda kalması, yalancılığı kolayca geliştirir. Çocuk, devamlı yakalanma, azarlanma ve cezalandırılma tehlikesi içinde olduğundan, yalan, onun tek korunma silahıdır.
Bazen de çocuk kendisine fazla karışılması nedeniyle, yalan söyler. Bu durumda, hata yetişkindedir. Eğitici, çocuğun dünyasına ait her şeyi öğrenmek ister. Bu davranış, çocuğa zayıflığıyla alay edilmiş izlenimini verir. Kendince karşılık vermek için yalandan yararlanır.
Bunlardan başka büyükler hareketleriyle çocuğu yalan teşvik eder ve alıştırırlar. Bir çok ana-babalar, çocuklarının yapışkanlığından kurtulup, hareket serbestilerini elde etmek için yalan söylemekten çekinmezler. Sinemaya ya da ziyarete giderken; dişçiye, doktora gidiyoruz, derler. Bir kaç saat sonra da gerçeği ağzından kaçırıverirler. Böylece, çocuk hem ona karşı güvenini kaybeder, hem de işine yarayacağı zaman kendisinin de yalan söyleyebileceğini öğrenir. Baba ya da annesinin kötü bir teşvik edildiğini görürüz .
Bunun yanısıra, iyi gelişmemiş ahlak bilinci ve grup içinde statü kaybetme endişesi bazen çocuğu içinde bulunduğu bazı durumları utanç verici gibi gösterebilir. Örneğin, ailenin fakirliği, cinsel konular üzerinde bilgi eksikliği gibi. Çocuk bu dudumda ailesinin geçim sıkıntısı yokmuş gibi tanıtır. Cinsel konuların kendisi için bir sır olduğunu söyler
Yalancılık vakalarının ancak, çevresel ilişkileri ele alındığı taktirde yoluna konulabilir. Tabii önce çocukta yalancılığın gelişmesini kolaylaştıran sebepler bulmak gerekir. Bunlar, ortaya konduktan sonra da aile ve çevresiyle işbirliği yapılıp, ona doğruluğun yararları öğretilmelidir. Bunlarla bir arada çocuğun sosyalleştirilmesine önem verilmelidir. Arkadaşlık, grup, kurul ve kurum gibi bağlılıkları millet ve memleket, nihayet insanlık sevgi ve bağlılıklarını öğrenen, bunlara karşı sadakati benlik düşüklüğünün üstünde tutmaya alıştırılan bir çocukta yalancılıkla birlikte bir çok kusurlar kaybolur.
Yetişkinler çocuğa iyi birer örnek olmalı ve davranışlarında, çocuklarında görmek istedikleri hatalara yer vermemelidirler.
Babası hesabına yalan söyletilen bir çocuk, babasına aynı silahla mukabele edince şaşmak yersiz olur. Bir taraftan çocuklarına günlük hayatları için kötü örnekler veren ana-babanın, diğer taraftan işlerine gelmediği vakit, yalanın kötülüğü hakkında vaazlar vererek onları doğruluğa alıştırmaya kalkmaları, etkisiz kalır, Çocuk, belirli davranış şekillerini soyut, törel konferanslarda öğrenmez, kendine verilen örnekleri taklit yoluyla davranış şeklini tekrarlama yoluyla besler.
Sağlıklı bir çocuğun hareket etmesi kadar tabii bir şey olamaz. Ancak kimi çocuk vardır ki, bu olağan canlılığın çok ötesinde bir hareketlilik içerir. Bu özelliklere sahip olan çocuklara hiperaktive çocuklar denir. Bir an bile erinde duramayan böyle bir çocuğun bir problemi var demektir .
D.E.H.B.'nin temel özelliği, kalıcı ve sürekli olan dikkat süresinin kısalığı, engellemeye yönelik denetim eksikliği nedeniyle davranışlarda ya da bilişte ortaya çıkan ataklılık ve huzursuzluktur. Bunun sonucu olarak çocukta gelişimsel olarak aşağıdaki üç temel sorun ortaya çıkmaktadır.
1. Kısa dikkat süresi
2. Yetersiz dürtü kontrolü
3. Aşırı hareketlilik.
Bu çocuklar, bireysel katılım gerektiren etkinlikleri sürdüremezler ve bir işi tamamlamadan diğerine geçme eğilimi ile birlikte düzensiz, denetimsiz, aşırı hareketlilik gösterirler. Dikkat eksikliği, işleri bitirmeden bırakma ve görevleri erken terk etme şeklinde görülür. Aşırı hareketlilik ise sakin olmayı gerektiren durumlarda aşırı huzursuz olma şeklindedir ve duruma bağlı olarak çevrede koşma ve atlama, oturması gerektiğinde oturamayıp kalkma, kıpırdanıp durma şeklinde olabilir. Bu sorunlar genellikle okul yaşamı boyunca ve hatta erişkin yaşamda da sürse de genellikle hareketlilik ve dikkatle ilgili yavaş bir düzelme gösterirler. Sıklıkla pervasız ve karşı çıkma niyetiyle olmasa da kuralları çiğnediklerinden disiplin sorunları olur. Erişkinlerle ilişkilerinde sosyal sınırları bilmezler diye çocuklarla ilişkilerinde ise pek sevilmezler ve yalnız kalırlar. Bilişsel yetmezlik, motor ve dil gelişimine özgü gecikmeler de sıklıkla görülür.
Nedenleri :
Bozukluğun gelişmesinde, temel bir etkiden çok, hazırlayıcı ve ortaya çıkışını hızlandırıcı etkilerden söz edilebilir. Bozukluğu olan çocukların sıklıkla parçalanmış ailelerden geldiği, ana-babanın sürekli geçimsizliği ve anne-babada sürekli bozukluk ile tek ya da ilk çocuk olma oranının kontrollerden daha fazla olduğu bildirilmektedir. Yetiştirme yurdundaki çocuklarının dikkat sürelerinin kısa ve aşırı hareketli oldukları gözlenmiş, bunun uzun süre duygusal yoksunlukla ilişkisi olabileceği ileri sürülmüştür.
Dikkat eksikliği, kızlara oranla, 6-10 kat daha fazla görülür. Yakın akrabalarda görülme sıklığı oldukça fazladır. Bu ailelerde gelişimsel bozukluklar vardır. Depresif durumlar, alkol bağımlılığı, davranış bozukluğu ve kişilik bozuklukları çocuğun yakın çevresinde ya ygındır .
Tedavi :
D.E.H.B. tedavisinde psiko sosyal e tıbbi girişimleri içeren çok yönlü tedavi yaklaşımı gerekmektedir. Psiko-sosyal girişimler, aile, okul ve çocuk üzerine yoğunlaşabilir, aileye yönelik girişimlerde D.E.H.B. ile ilgili bilgilendirme yapılır, destekleyici gruplar, kitaplar önerilir, amaç, çocuğun ev içi yıkıcı davranışlarını azaltmak yanında, ebeveynlerin baş etme konusunda kendilerine güvenlerini artırma ve aile içi sorunları azaltmaya da yöneliktir. Aile içi patolojilerin tanınıp ele alınması da sağlanır.
Dikkat eksikliğinin tedavisinin ilaç kullanımlı tedavisi de mü mkündür.
Çocuklarda okula gitmek istememe ve gitmeme durumu, bazı yazarlar tarafından okul reddi, bazıları tarafından okul korkusu olarak isimlendirilmektedir. Çocuk birden bire bir gün okula gitmek istemez. Zorlanmalar karşısında anksiyete duyar; panik içinde girer, midesi bulanır, kusar, ağlar, gitmemekte direnir, bazıları zorlamalara dayanamayıp yola çıkar, ya yarı yoldan döner, ya sınıftan çıkar eve gelir.
Çocuk, neşesizdir, uykuya dalmakta güçlük çeker, iştahı kesilir, ödevlere karşı ilgisi azalır, her sabah somatik bir belirti ile uyanır. Başı, karnı ağrır, midesi bulanır. Bir gün okula gitmeyeceğini bildirir. Neden olarak, öğretmen korktuğunu veya bir arkadaşının kendisini rahatsız ettiğini söyleyebilir. Çoğu zaman evde rahattırlar. Şiddetli vakalarda çocuklar, evde de huzursuzdurlar. Bağlı ve bağımlı oldukları aile bireyini (bu genellikle annedir) bir yere bırakmaz, peşinde dolaşırlar.
Nedenleri :
Okul korkusunun kaynağı genelde anneden ayrılmak kaygısıdır. Bu davranış bozukluğu bir aile nevruzu şeklinde görülmektedir. Böyle aile bireylerinin birbirlerine karşı aşırı bağımlı durumları göze çarpar. Okul korkusu olan çocuk, okula gittiği zaman anne-babasına bir şey olacağından korkmaktadır. Aşırı bağımlı olan anne ve baba çocuğuna okulda bir şey olacağı kaygısını devamlı yaşarlar. Bu durumda çocuğa karşı aşırı ilgi göstermeleri sonucunda çocuk, bağımlı bir kişilik özelliği kazanarak, ileride uyum problemleri yaşayabilmektedir. Çünkü onlarda birbirlerine aşırı bağımlı olmalarını istemekte ve bu durumu desteklemektedirler.
Okul korkusu, geliştiren çocuklar, genelde başarı kaygısı olan, uslu, uyumlu, aşırı onay bekleyen, ailesine bağımlı çocuklardır. Bu kişilik özelliklerine sahip çocuklarda tetiği çeken bir etken hastalığı başlatır (Ailede Hastalık, kardeş doğuşu, gibi).
Anne ve babanın disiplin konusundaki yetersizlikleri sonucu çocuğun egemenlik duygusu artmakta ve kendi istekleri doğrultusunda davranmaya başlamaktadır. Ayrıca çocuğun yabancı bir ortama girmesi de okul fobisini başlatabilir.
Tedavisi :
Okula gitmediğinden dolayı, çocuğu suçlamaktan kaçınılmalıdır. Ona bu durumun bir çok çocukta görüldüğünü, tedavi edilebileceği anlatılır. Onun güvenini kazandıktan sonra her ne şekilde olursa olsun, okula gitmesi gerektiği, zaman geçerse, bu korkuya derslerden geri kalmış olma korkusunun ekleneceği söylenir. Okula ailesinden birisiyle gitmesi, çıkışa kadar onunla beraber okulda kalması istenir. Bunun için okulla işbirliği sağlanmalıdır. Bir yandan da çocuğun bireysel tedavisi, davranış ve oyun tedavisi ile sürdürülür. Aile tedavisinde ailedeki kronik anksiyete, bağlılık, bağımlılık konuları ele alınır. Yaş, ne kadar küçük ise tedaviye yanıt o kadar iyidir ve kısa sürede çocuk, okula döner.
Okul korkusu çocuğun okuldan, sosyal faaliyetlerden, uzaklaşmasına neden olduğundan, çocuğun akademik ve sosyal gelişimi önemli derecede etkilenmektedir. Bu durum ergenlik çağlarında da devam ederse, çocukta ağır kişilik bozukluğuna neden olacağından, bu çocukların erkenden tespit edilip, tedaviye gidilmelidir.
Disleksi dinleme, konuşma, okuma, yazma, akıl yürütme ile matematik yeteneklerinin kazanılmasında ve kullanılmasında önemli güçlüklerle kendini gösteren bir öğrenme bozukluğudur.
İlkokula başlayan disleksili çocuklarda eğitim alabilecek zihinsel gelişim henüz tamamlanmadıgı için okuyamazlar, yazamazlar ve matematiksel işlemleri kavramada zorluk çekerler. Ancak bu onların zeka düzeylerinde bir sorun olduğunu göstermez.
Hatta zeka düzeyi çok yüksek çocuklarda da görülmektedir. Fakat bazen hastalık farkedilmeyebilir.Disleksililer zeka düzeyleri düşük olmadığı gibi özel yeteneklere de sahip olabilirler. Buna önemli kanıt disleksili olduğu bilinen bilim adamları ve sanatçılardır: Albert Eistein, Leonardo da Vinci, Tom Crouse, Mickey Mouse gibi.
Öğrenme güçlüğü olan çocukların ailelerine öneriler:
1. Çocuğunuza kendisinin değerli olduğunu hissettirin.
2. Çocuğunuzun başarabildiği pek çok iş var. Bu işlerde çocuğunuzu destekleyin.
3. Çocuğunuz için bir ders çalışma programı yapın ve bu programa uymaya çalışın. Çocuğunuzun bu programın gereklerine uymasına yardımcı olun. Programı siz bozmayın. Çocuğunuz uygularken esnetmeler yapıyorsa yapıyorsa yanında olun. İşini kolaylaştırmış olursunuz.
4. Uyulması gereken kuralları kesin, açık ve net olarak söyleyin.
5. Uyulması gereken kuralların çocuk tarafından daha kolay öğrenilebilmesi için tekrar edin.
6. Çocuğunuzun yapması gereken işleri siz yapmamaya çalışın. Çocuğa sakat veya kötürüm muamelesi yapmayın.
7. Çocuğunuza işini yapabileceği ortamı hazırlayın. Deneme süresi tanıyın. Onu yaptığı işte cesaretlendirin. İşteki çabasını ödüllendirin.
8. Çocuğunuz evin hakimi haline gelip size emirler vermemelidir. Kabul edilebilir davranışlar sergilediğinde ise desteklenmeli, övülmeli, ya da ödüllendirilmelidir.
9. Uzun vadeli tehditlerde bulunmayın. Ceza en son başvurulacak yol olmalıdır. Ödüllendirme işe yaramayınca ceza yoluna gidilebilir. Ceza yapılan davranışa uygun olmalıdır ve istenmeyen davranışın hemen ardından verilmelidir. Verilen ödül ve cezalar yapılan davranışla aynı ağırlıkta olmalıdır.
10. Aile, okul, öğretmen ve psikolog arasında sıkı bir iletişim olmalıdır. Bu işbirliği çocuğun olumluya gidişinde çok önemlidir. Tüm bu kişiler çocuğa karşı aynı dili konuşmalı ve aynı tavrı sergilemelidir.
11. Çocuğu soru sorarak konuşmaya zorlamayın, Kendiliğinden anlatıyorsa, işiniz olsa bile ara verip onu dinlediğinizde daha çok anlatacaktır. Okul hakkında bir şeyler anlatmıyor diye endişelenmeyin.
12. Çocuğunuzu diğer çocuklarla kıyaslamayın. Bu çocukları ürkütür, korkutur ve endişelendirir. Kendine olan güvenini zedeler.
13. Ödevlerini yaparken veya ders çalışırken yanında oturursanız dikkatini dağıtmasını engellersiniz. Ödevler konusunda siz okuyarak işini çabuklaştırabilirsiniz. Konular işlenmeden önce bir ön bilgi verecek olursanız derste daha rahat olacaktır.
14. Olumlu yaptığı her işi içten bir övgü ile takdir edin. Övgünüz abartılı ve gerçek dışı olmamalıdır.
15. Örnekleri verin, yeteri kadar tekrarlayın, sonra da ondan yapmasını isteyin . Sabırlı olun. Onun yapabileceğinden daha basitinden başlayın. Kendine güvenini kazanmasına yardımcı olun.
16. Çocuğunuza sağ-sol, alt-üst, ön-arka gibi kavramlarda anlamasını kolaylaştıracak yollar, yöntemler, ipuçları, benzerlikler, bağlantılar kurmasını öğretin. Yaşına göre bunları zaten bilmesi gerekir diye düşünüp ona kızmayın.
17. Olumlu yaklaşımlar öğrenmesini kolaylaştıracaktır.
18. Yapamadığı şeyler için bağırıp kızarak elini ayağına dolaştırmayın.
Ruhsal gerilim, sıkıntı veya saldırganlık duygularının açığa vurulmadığı durumlarda, çocuğun kendi kendine yönelik saldırganlık dürtüsünün bir belirtisi kabul edilir. Huzursuz çocuklarda sıklıkla rastlanır (Aydoğmuş, 1993, s.143).
Tırnak yeme, daha çok sinirli çocuklarda ve dişlerin çıkmaya başladığı dönemlerde görülmektedir. 7-8 ve daha ileri yaşlarda da görülebilen tırnak yeme, özellikle çocukların ellerinde herhangi bir iş ya da oyunla uğraşmadığı zamanlara görülmektedir (Bakırcıoğlu, 1976, s.253).
Bu hal çocuklarda genelde uyku bozuklukları ve hareket huzursuzluğu ile beraber bulunur. Çocuk bu yoldan iç huzursuzluğunu başlatmaya çalışır. Aşırı bastırıcı bir ana-baba veya sert bir öğretmenin etkisinde kalan çocuklarda daha sık rastlanır. Saklı kalmış bir saldırganlığı yansıttığı kabul edilir. Daha çok, kendini suçlayan ve öfkesi içine dönük kişilik yapılarında görüldüğü söylenir (Yavuzer, 1984, s.224).
Nedenleri :
Tırnak yeme, bir güvensizlik belirtisi olarak kabul edilebilir. Aile içinde aşırı baskıcı ve otoriter bir öğretimin uygulanması, çocuğun sürekli olarak azarlanması, eleştirilmesi, kıskançlık, yetersiz ilgi ve sevgiyle sıkıntı ve gerginlik tırnak yemeye neden olan başlıca etkenler arasında sayılabilir.
Çocukların hemen yarısında görülen bu modelin çocuk tarafından taklit edilmesi de bir etken olabilir (Yavuzer, 1997, s.259).
Tırnak yeme büyük bir ihtimalle parmak emmede olduğu gibi, psikolojik çevredeki hoşnutsuzluklardan kaynaklanmaktadır. Evdeki mevcut gerilimleri azaltmaya yöneliktir (Çağlar, 1981, s.60).
Tedavisi :
En etkili tedavi yöntemi, 3-4 yaşlarına kadar, anne-baba tarafından görmezlikten gelinmesidir. Çocuğun bu alışkanlığı kazanmasına neden olan etkenler saptanarak, konuya çözüm getirilebilir. Ancak, çocuğun kendisini güvensiz hissetmesi ila bu davranış tekrarlayabilmektedir. Tırnak yemenin çirkinliği, çocuğun gururu kırılmadan uygun biçimde anlatılabilmelidir.
Tırnak yiyen çocuklara eski hafif pamuk eldivenler giydirmek suretiyle, yatağa yatırmak ve geceleyin tırnaklarını ısırmak veya yemek istediği zaman hatırlatıcı olması konusunda yararlı olmaktadır. Parmak veya tırnağa acı ama zararsız olmayan bir oje de sürülebilir. Tırnağını ağzına götürdüğünde hatırlayıp acıyla birleşince, tekrarlama olasılığı azalır.
Çocuğun bu alışkanlıktan vazgeçmesi için zorlanmamalıdır. Zorlama, alışkanlığı tekrarlatabilir. Son olarak tırnak yemenin ısırmak suretiyle kötü bir alışkanlık olmadığı ve bunu isteyen kimselerin kolaylıkla terk edebilmeleri, çocuklara ve gençlere öğretilmelidir. Çocuk buna inandırıldığı zaman bundan daha çabuk vazgeçecektir.
En iyi tedbir: Çocuklara ellerini devamlı surette meşgul edecek işler vermektir
Doğuş Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi (ingilizce) Psikoloji Bölümünde lisans eğitimini tamamlayarak “psikolog” ünvanını aldı. Lisans eğitimi sırasında birçok akademik araştırma ve sosyal sorumluluk projesinde yer aldı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı, Nöropsikiyatri Hastanesi Psikoz servisi, Sabancı Üniversitesi ve Gülsan şirketler grubunda aktif olarak çalışıp, stajlarını tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında akademik çalışmalar yapmak hedefiyle Üsküdar Üniversitesi’nde Uygulamalı Psikoloji Yüksek Lisans bölümünde eğitimlerini onur derecesi tamamladı. Daha sonra Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinde Aile Danışmanlığı Eğitimini başarı ile tamamlayarak Aile Danışmanı unvanı almaya hak kazandı.
Üniversite Eğitimi tamamlamasının ardından Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde 1 yıl gönüllülük esasıyla çalışmalarda bulundu. Ardından Çekmeköy Belediyesi’nde Çocuk ve Ergen Danışmanlığı bölümünde Uzman Psikolog olarak hizmet verdi. Daha sonra Ensar Vakfı Özel Dudullu Anaokulu’nda Anaokulu Müdiresi ve kurum Psikologu olarak görev yaptı. Şimdilerde kurucu olduğu Yenidünya Psikolojik Danışmanlık merkezinde hizmet vermeye etmektedir. Evli ve 1 kız çocuğu annesidir.
Marmara Üniversitesi, Aile Danışmanlığı Eğitimi (450 saat),
Üstün Zekalılar Enstitüsü, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite bozukluğunda Play Attention
Apamer, Attentioner Eğitimi (Dikkat Eksikliği Tedavisi)
Yrd. Doç. Nevin Dölek, Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi
Yrd. Doç. Nevin Dölek, Çocuklarda Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimi
Prof. Dr. Hakan Türkçapar, Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimi
Uludağ Üniversitesi, Çocuk Merkezli Oyun Terapisi Eğitimi
İstanbul Üniversitesi, Cas Testi Eğitimi
Türk Psikologlar Derneği, Stanford Bınet Zeka Testi
Türk Psikologlar Derneği, Denver II Gelişimsel Tarama Testi
Üsküdar Üniversitesi, Projektif Testler (TAT, CAT, Louissa Duss), Objektif Testler Catell 2A Zeka Testi, Catell 3A Zeka Testi, Alexander Pratik Yetenek Zeka Testi, Porteus Labirentleri Zeka Testi, Good Enough Testi, AGTE, Gesell Gelişim Testi, Peabody Resim Kelime Testi, Metropolitan Okul Olgunluk Testi, Bender Gestalt Algı Testi, Benton Görsel Bellek Testi, Draw A Person, Standardize Mini Mental Testi eğitimleri almış ve aktif olarak uygulamaya devam etmektedir.
Yenidünya Psikolojik Danışmanlık Merkezi Psikolojik Danışmanlık alanlarında Psikoloji Bilimi’nin bilgi birikimine , kuram , ilke ve yöntemlerine dayanarak Çocuk, Ergen,Yetişkin ve ailelere yönelik danışmanlık hizmeti veren özel bir merkezdir.
Yenidünya Psikolojik Danışamanlıkta seanslar bireyin duygu ve düşüncelerine odaklanarak kalıcı iyilik halini artırmaya yönelik, danışan ve danışman arasındaki bilimsel, sistemli ve sonuç odaklı bir terapi sürecidir. Terapi süreci içinde ve sürecin sonrasında gizlilik, kişisel mahremiyete saygı, etik ilkeler doğrultusunda güvenilir bir hizmet vermek, temel değerlerimiz arasında yer almaktadır.